• Mardin21 °C
  • Diyarbakır16 °C
  • Batman16 °C
  • Şırnak16 °C
  • İstanbul6 °C

Abdulaziz ALTEKİN / Yazar

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR

25 Şubat 2023 Cumartesi 09:18

Son birkaç haftadır yaşadıklarımıza dönüp baktığımızda, olup biten onca şeyin tek bir açıklaması var: Ülkedeki en büyük sorun, eğitimsizlik değil kesinlikle vicdansızlıktır.

Felaketin ilk günleri, muhtemelen şok geçirdiğimiz için üzüldük. Kimi zaman ağladık da. Fakat hemen sonra insan olduğumuzu hatırlayıp kendimize geldik. Olan olmuştu. Sonuçta ölenle ölünmüyor, hayat bir şekilde devam ediyordu.

İşe yağmayla başladık. O kadar canımız yanmış kimin umurunda. Enkaz altındaki üç beş değerli ne varsa çıkarıp yolumuza baktık.

Hemen sonrasında boş durmadık. Düşündük ve hayatta olanlar geldi aklımıza. Onların en çok ihtiyaç duyduğu şey, gıda ve diğer eşyalar ile takas edecekleri hayvan, para, altın muhakkak bulunmalıydı. Bulundu da. Yıllarca alın teri dökerek zar zor biriktirdikleri neleri varsa bu zor günde üç beş gıda karşılığında aldık.

Yetti mi?

Tabi ki hayır. Sıra geldi hayatta kalanlara dünyayı dar etmeye. Kiminden yol ücretini kat be kat aldık kiminin kirasını iki katına çıkardık. Üstelik depremzede gibi değil vebalı gibi davrandık.

Beni Twitter üzerinden takip edenler şahit olmuşlardı. Bu aralar bu sözü çok kullanırım: Ateş düştüğü yeri yakar.

Bugün de kullanmamın nedenini az çok yukarıda anlatmaya çalıştım. Enkaz altında kalan binlerce canımıza sahip çıkamadığımız gibi onların emanetleri olan depremzedelerimizi de maalesef dünyanın kötü yüzüyle baş başa bıraktık.

Gönüllüler ve sahada çalışan kahramanlar dışında kimse yoktu yanlarında. Gelen fotoğraf çekti giden fotoğraf çekti. Ama onların ne çektiğini kimse anlamadı, anlamaya çalışmadı, çalışsa bile yapamazdı çünkü felaket çok büyük derin izler bırakmıştı.

Bu izleri anlatmak elbet kolay değil. Lakin sahada bulunan bir gönüllünün kendi penceresinden gördükleri o korkunç anları izninizle ben diliyle yazmak istiyorum.

İlk gün yola çıktık. Bizi orada yetkililer karşılayacaktı. Kimseyi bulamadık. Telefon edemiyorduk çünkü şebekeler yoktu. Zaten gelmeden önce telefonla konuşmak yasak dediler. Çünkü enkaz altında bulunan vatandaşlar iletişime geçmek isterse iletişim engelleniyormuş.

Şebeke olmadıktan sonra telefon olsa ne!

Neyse ki uzun süre beklemedik. Birkaç kişi bize rehberlik ederek bizi önce Kırıkhan’a sonra da İskenderun’a götürdü. Buraların ismini çok sonra öğrenecektim.

Kırıkhan neredeyse yerle bir olmuştu. Her yer felaket durumdaydı. Kırıkhan’ın yanında İskenderun, çok iyi durumdaydı. O kadar yıkılmış ev varken neden buraya getirildiğimizi sorduk. Gelen emir böyleydi.

Şebekeler çekmediğinde hiçbir iş yapmıyorduk. Hangi enkaza gideceğimizi, bize seçilen lider söylüyordu. Ki nereye gitsek her yer enkaz altındaydı.

İlk iki gün çok korktum. Oysa kendimi daima ölüme hazırlarım. Demek ki insanın başına gelmeyene kadar asla anlaşılmıyor.

Deprem alanına vardığımızda bizi zifiri bir karanlık karşıladı. Arabaların farları olmasa, göz gözü görmezdi. Buraya kadar her şey normal. Fakat araçtan inmemizle başladı kâbus.

Neredeyse her enkazda bir çığlık yükseliyordu gökyüzüne. Neden yardım etmediniz, kim olsa yardım ederdi? Dediğinizi duyar gibiyim. Ama iş, bildiğiniz gibi değil.

Ölüm korkusu mu yoksa başka bir şey mi bilemiyorum, o zifiri karanlık gibi içimizi kapladı. Taş kesildik. İnsan feryatları tüm şehri kaplamıştı.

Kimi arabasına binip kaçmıştı ki muhtemelen o esnada ezmişti birkaç kişiyi, kimi yayan, diğerleri anadan üryan…

Enkaz altındaki feryatlara kimse dönüp bakmıyordu. Herkes kendi derdine düşmüş, ne yapacağını bilmeden bir o yana bir bu yana gidip geliyordu.

Enkazlara dokunmamız kesinlikle yasaklanmıştı. Ne yanımızda gerekli malzemeler vardı ne de deneyimliydik bu konuda. Sanıyorduk ki oraya gittiğimizde hemen işe koyulacağız depremzedelere bir faydamız dokunacak. Her ne kadar içimiz parçalansa da başımızda bulunan lideri dinlemek zorundaydık. Yapacağımız yanlış bir hamle hem bizim hem de ekipteki herkesin başını yakabilirdi.

Enkazlara dokunmadan yürüdük. En son cayır cayır yanan bir enkazın yanına geldik. İnsanlar diri diri yanıyordu. O görüntülerden sonra kendime gelmem iki günümü aldı. Bu zaman zarfında sarhoş gibiydim…

Evet, yaşananları biraz canlandırmaya çalıştık. Lakin o kadar korkunç şeyler anlatıldı ki, sanki o anları tekrar yaşıyormuşçasına gözünde beliriyordu duyduğu korku.

Orada bunlar yaşanırken hala birileri mal mülk ve dünyalık şeyler peşinde. Yanlış anlaşılmasın. Elbette bunlar da olacak. Fakat keşke herkes kendine yettiği kadar alıp çekilse. O zaman bu felaketin önüne geçilir miydi, ya da tüm bunlar yaşanmaz mıydı bilemiyorum. Ama kesin olarak bildiğim bir şey var. Zenginler doymak bilmedikçe yokluğa mahkum edilen gariban sayısı her geçen gün artacaktır. Ve ateş, sadece düştüğü yeri yakacaktır…

 

Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Mardin nöbetçi eczaneleri
ANKET
Midyat'ın İl Olmasını İstiyor musunuz.?
Tüm Hakları Saklıdır © 1997 - 2024 Midyat Habur | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : / Faks : 04824641346 | Yazılım: CM Bilişim - Tasarım: INVIVA