Müslümanlar, üç ayları ve bu ayların içindeki ve dışındaki mübarek geceleri, canla-başla ihya etmeye çalışmaktadırlar. Tebrik ediyoruz, takdir ediyoruz. Bu bir açıdan sevindirici olduğu gibi, bir açıdan da hüzün vericidir.
Sevindiricidir; çünkü birçok insan bu ayları ve bu geceleri fırsat bilerek tevbe etmekte, camilere koşmakta, namaz kılmakta, vaaz ve nasihat dinlemekte ve sadakalar vermektedir.
Hüzün vericidir; çünkü o gece ve o aylarda yaşanan dini hayat ve heyecanın o mübarek zaman dilimlerinden sonra azaldığı veya bazı çevrelerde hiç kalmadığı gözlenmektedir.
Halbuki Hz. Peygamber’in (s.a.v) devrinde böyle bir kutlama tarzı ve anlayışı yoktu. O devirde her Müslüman her ayı üç aylar gibi yaşıyordu. Beş vakit namazı kılmayan Müslüman yoktu. Beş vakit namazın yanında güç yetirebilenler, teheccüd namazına kalkıyor, bütün namazlar mümkün mertebe camide, değilse başka mekânlarda cemaatle kılınıyordu. Onların devrinde her gün ve her gece mübarekti, günümüzde önem verdiğimiz geceler gibi hareketli ve bereketli geçiyordu.
Biz de, tıpkı ilk Müslümanlar gibi, Müslümanlığımızı her zaman ve her yerde yaşamalıyız. İslamiyet’i, sadece üç aylara ve mübarek gecelere tahsis etmemiz, camilerin dört duvarı arasına ve vicdanlara hapsetmemiz yanlıştır. Müslümanlık süreklilik arz eden bir hayat tarzıdır. İnsan kendisini bir gece ibadet ve taate verip, o gece geçtikten sonra bir yıl ibadetin ve dinin semtine yanaşmazsa, gelir gideri karşılayamaz, belki de telafisi mümkün olmayan zarar ve ziyana düşer. Böyle bir din anlayışı İslâmiyet’te yoktur ve makbul da değildir. Allah Resulü Efendimizin
“Amellerin Allah’a en sevimlisi az olup devamlı olandır." Sözü ne kadar güzel ve ne kadar makul bir sözdür
Çarşamba günü başlayacak olan üç ayların ülkemize, milletimize Ve tüm İslam alemine hayırlar getirmesini yüce Rabbimden niyaz ediyorum.