• Mardin19 °C
  • Diyarbakır14 °C
  • Batman16 °C
  • Şırnak15 °C
  • İstanbul13 °C

Abdulaziz ALTEKİN / Yazar

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

ANNE VE BABA

09 Mart 2024 Cumartesi 15:25

Küçükken bugünün geleceğini söyleselerdi, hayatta inanmazdım. Ömür, su gibi akıp gidiyormuş gerçekten.

Bundan tam yedi yıl önce bir gezi için Bitlis’e düştü yolumuz. Günübirlik bir gezi!

Organizasyon basitti. Sabah Mardin’den yola çıkacak, varış noktasına kadar yolda birkaç küçük ihtiyaç molası verip varış noktasında kahvaltı edecektik. Gezilecek yerleri görüp akşam Batman’ın meşhur ciğerini yiyip dönecektik.

Öyle de yaptık.

Sabah erken çıktık. Başta biraz sohbet ettik fakat Gercüş’e kadar bitti anlatacaklarımız. Buradan sonrasını şarkılara bıraktık.

Batman’ın çıkışına kadar dinledik ve şarkıların verdiği coşkuyla neredeyse arabayla birlikte oturduğumuz yerde dans ede ede yol alıyorduk.

Şehirden fazla uzaklaşmamıştık ki kenarda orta yaşlı bir adam el kaldırdı. Yüz metre kadar geçtik kendisini. Sonra arkadaşla birbirimize baktık.

Daha önce arabamıza aldığımız yolcular yüzünden dilimiz feci halde yanmıştı.

Örneğin gariban bir abla kardeş vardı. Akşam geç saatte araba da geçmez diye alıp köye götürdük. Geç olduğu bir an önce eve dönmem gerekiyordu. Onları bıraktığım yerle evleri arasındaki mesafe toplamda beş yüz metre ya vardı ya yoktu. Vay efendim neden kapının önüne bırakmadım diye çemkirdiler. Teşekkürü geçtim, üstüne bir de laf yemiştim.

Daha sonra Nusaybin’de bir olay geldi başıma. Köy yolunda bindirdiğim çocuk, yolda ya para verirsin ya da asker noktasında beni kaçırıyor diye şikâyetçi olurum diye tehdit etmişti.

İşte bu yüzden adamı alıp almamak arasında kararsız kaldık.

Biz kararsız bir şekilde beklerken baktım geriden sekerek geliyor adam. Önden fark etmemiştik. Yaşlı ve ayağındaki problem olmasına rağmen bizimle gelmek için koşmaya çabalıyordu.

Geri dönüp kendisini aldık.

Yaklaşık birkaç kilometre gittik. Kimse konuşmadı. Müzik çalıyordu sadece. Bu sessizliği arkadaş bozdu.

Müziği bozup amcanın neden bu yolda olduğunu sordu. Kendisi de anlatmaya başladı.

Yaklaşık bir ay önce başlamış hikâyesi. Bir oğlu ve kızı varmış. Oğlunu eroin bataklığına sürüklemişler. Ama evlat diye şikâyet edememiş polise. Hem şikâyet etse de sonuç alamayacağından emin. Söylediklerine göre satıcılar arasında üst düzey kişiler olduğu için oğlunu onların elinden zor kullanarak kurtaramayacağını öğrenmiş.

Bu şekilde kabul etmiş oğlunu. Kızı da lise sona gidiyor. Evin tek çalışanı kendisi. Ama bu durumdan ne eşi ne de kendisi şikâyetçi değil. Evlatları için canlarını bile seve seve verebilirler.

Bir ay önce maddeye para yetiştiremeyen evlat, arkadaşlarının oyununa gelmiş. Bu defa kız kardeşini pazarlamışlar. Kendisi de mecburen kabul etmiş. Amca bunu öğrenir öğrenmez eve gelmiş ve oğluna nasihat vermeye çalışmış.

Bir yanda anne diğer yanda baba nasihat vermeye çalışırken bunun krizi tutmuş. Hem annesine hem de babasına saldırmış. Kızları hemen polisi aramış. Polisler gelene kadar babasının ayağını kırmış, annesinde ise hafif sıyrıklar var.

İkisi de evlatlarının ceza almasını istemediği için emniyette yalan beyan vermişler. Birkaç gün ve para cezasıyla kurtarmışlar onu.

Fakat oğul bir türlü durdurulamıyor. Kız kardeşi kendisini şikâyet ettiği için illa evden gidecek. Aslında niyeti madde karşılığı onu vermek. Bahane olarak aldığı cezayı öne sürüyor. Daha fazla dayanamayan anne baba, son çareyi Veysel Karani’ye gitmekte bulmuşlar.

Eşi ve kızını kayınpederinin evine bırakmış. Kendisi de o sakat haliyle yollara düşmüş. Dua edecek oğulları hidayete ersin diye.

Bu durumdan çok etkilenmiştik. Aslında polise şikâyet edip kurtulabilirlerdi. Ama hem anne hem de baba bunu yapamıyordu. Bazıları bu sevgiyi abartı ve gereksiz görebilir. Fakat anne baba olmadan bunu anlamak mümkün değil.

Neredeyse hayatımın şu ana kadarki üçte biri evden uzak geçti. Çünkü köyde okul olmadığı için yatılı okumak zorunda kaldım.

Ortaokuldan sonra çıktım köyden. Yani 2006 yılından bu yana, ara ara ziyaretlere gelsem de, tam 18 yıl geçmiş.

İlkokulu birleştirilmiş sınıfta okuduk. 40 tane arkadaşım vardı ki komşu çocukları hariç. Onlardan sadece ikisini görebildim.

Oturup laflaştık. Dile kolay. Her kelimede binlerce hatıra gizliydi. Yer yer gözlerimiz doldu. Yer yer dalıp gittik uzaklara. Nedense orada karşılaşana kadar hiç birimiz arayıp sormamıştı diğerini.

Konu konuyu aşarken başka biri geldi yanımıza. Önce çıkaramadım. Ama tanıdık da geliyordu.

Arkadaşlar konuşurken, arada belli etmeden kendisine bakıyordum. En son dayanamadım ve arkadaşlara kim olduğunu sordum.

Belki de ülkedeki en saf insan!

Bazen alırdım haberini. Anne babasına bakabilmek için yalnızlığı seçmiş, diğer yedi kardeşi evlenip yuvadan uçmuştu.

Duyduğuma göre önce babası vefat etmişti sonra annesi. Fakat tüm bildiklerim bu kadardı. Oysa karşımda duran kişi ile benim tanıdığım, hakkında bilgi aldığım kişi arasında dağlar kadar fark vardı şu an.

Arkadaşlar ayrıntıyı anlattılar.

Bizim temiz kalpli safımız, anne babasının hem ayağı hem de kolu kanadı olmuştu. Buna karşılık anne babası da neyi var neyi yoksa ona veriyordu.

Haliyle yaşı baya geçmişti. Sadece onun olsa gene iyi. Babası da yaşlanmış, bir gözü toprağa bakıyordu. Bir gece rahatsızlanınca ailenin tüm fertleri başına toplanmış.

Herkes koyu bir sohbete dalmış babalarını unutmuşken birden babaları ağlamaya başlamış.

Erkek adam ağlamaz derler. Belki de sırf bu yüzden babalarının ağladığına şahit olan çocuklar, kıyamet kopmuş ve tüm dünya başlarına yıkılmış gibi pür dikkat kesilmişlerdi.

Bir yandan su getiriyorlardı bir yandan kolonya. Lakin gözleri kan çanağına dönen baba susmuyordu.

Nihayet ağlaması bitince, bizim saftan sonra en büyük abi tutamamış kendini ve ortamdaki kötü havayı dağıtmak adına kendince başka konu açmış.

  • Azrail’den neden bu kadar korkuyorsun baba, sonuçta hepimiz ölmeyecek miyiz?

Ağlaması dinen baba elinden tutan saf oğluna baktı ve içini yakan şeyi onlarla paylaştı.

  • Benim korkum ölümden değil oğlum. Asıl korkum, artık abinizi koruyacak kimsenin olmamasından. Biliyorum, ben öldükten sonra bu saf ve temiz kalpliye kimse bakmayacak. Hepiniz çoluk çocuk sahibi oldunuz. Bizi unuttunuz. O hep bizimleydi. Ama ona olan sevgimizin kurbanı olduk ve onu bırakamadık.
  • Biz de sizi seviyoruz baba olur mu öyle şey?
  • Olur oğlum olur. Ağladığımı görünce kolonya, su herkes getirir. Fakat ciğerimdeki yangını parmak uçlarımda hisseden sadece O oldu. Elimi tutup yüzünü kapatan bu abinizin iyi niyetini kimse anlayamaz…

Anlattıklarına göre baba vefat ettikten sonra bizim safa annesi bakmaya başlamış.

Gel zaman git zaman anne de yataklara düşmüş. O da ölüm döşeğinde baba gibi ağlamış. Artık yol görününce bütün perdeler çekilmiş olmalı. Oğlunun yalnız kalacağını ancak o zaman anlayabilmiş. Fakat elden ne gelir. Her canlı bir gün ölümü tadacaktır.

Mezarlıkta bizim safı zor kandırmışlar. Annesi ve babası kışın vefat etmiş. Dışarısı soğuk olduğu için bırakmamış onları. Yanında, sobanın dibinde yatırmak istemiş her iki definde de. Hatta ilkinde babasının beli soğuktan ağrıyacağı için masaj yapmak istemiş de imam efendi ve diğer köylüler araya girmiş. Toprak onları ısıtır diyerek atmışlar kürekleri. Yine de gece yarısına kadar her iki mezarın başından ayrılmamış. Ses çıkmayınca rahat rahat uyuduklarına ikna olup öyle ayrılmış.

Anne ve baba ölmeden önce ev, toprak neleri varsa oğullarının üzerine geçirmişler. Ölümlerinden sonra bunların hepsini kardeşlerine pay etmiş bizim safımız.

Ölümlerinden önce anne babasından aldığı tüm paraları kardeşlerinin çocukları için harcıyordu. Kendime bir gelecek kurayım kaygısı taşımıyordu. İçinde en ufak bir kötülük olmadığı için başına geleceklerden habersiz rahat davranmıştı hep.

Önce anne ve babalarının oturduğu evden kovmuşlar kendisini. Sonra evi satmışlar. Kendi evlerine de almamışlar.

Şu an eski püskü kıyafetler içinde hayatını sokaklarda geçiriyor. Ve kardeşlerinden hiçbiri, kendisine bakmıyor.

Tüm bu olanlardan sonra pişman olup hak arayışına girmiş mi?

Tabi ki hayır. Dünyalık her şeyi onlara bırakıp bir köşede ölmeyi bekliyor sabırla.

Ölüm kurtuluş mu?

Değil elbet. Lakin ölünce anne ve babasına kavuşacağının düşüncesiyle hep tebessüm ederek atıyormuş adımlarını.

Bu evlat ilki kadar değil elbette. Ama her iki olayda da gördüğümüz tek şey var: Anne-Baba şefkati.

Çocukları için ömürlerini vermeye hazır nice mübarek anne-babalar vardır. Yeri gelir aç, açıkta kalırlar. Ama çocuklarını asla eksik bırakmazlar. Sadece küçükken değil, yaşlanınca da onlar için ellerinden gelenin fazlasını yapmaya çalışırlar. Lakin onların fedakârlıkları karşısında nankörlük yapanlar da az değildir. Kürtçe’de bunu özetleyen güzel bir söz var: Baweki çil ewlad xwedîkir, lê çil ewladî Bawek xwedînekir (Bir Baba 40 Evleda Bakar 40 Evlat Bir Babaya Bakamaz).

Umarım o mübareklerin değerini daha iyi bilip bundan sonra ona göre hal ve hareketlerimize dikkat ederiz. Vesselam…

 

 

Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Mardin nöbetçi eczaneleri
ANKET
Midyat'ın İl Olmasını İstiyor musunuz.?
Tüm Hakları Saklıdır © 1997 - 2024 Midyat Habur | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : / Faks : 04824641346 | Yazılım: CM Bilişim - Tasarım: INVIVA